İYİ Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu, TBMM Genel Kurulu`nda 23 Nisan özel oturumunda “Bugünlerde olduğu gibi âdeta bir kuvvetler birliği şartlarının dayatılması; hakimiyetin milletin meclisinden saraylara taşınması ve atanmış dar bir kadroya sığdırılması; adaletin ve liyakatin ezilmesi millî egemenliğin yalnızca metinlerde kalarak hayatın akışında bir alan bulamamasıdır. Bu da inanç hürriyeti, ifade hürriyeti, teşebbüs hürriyeti kısıtlanmış, kendini ifade edemeyen bir toplum demektir” dedi.
İYİ Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu, TBMM Genel Kurulu`nda 23 Nisan özel oturumunda konuştu. Tatlıoğlu, özetle şunları söyledi:
"BİZİM KURUCU DEĞERLERİMİZ İŞGAL ALTINDAYKEN DAHİ MİLLÎ EGEMENLİKTEN VE HUKUKTAN VAZGEÇMEMEKTİR"
“Yaklaşık yüz yıl önce bu ülkenin istiklal mücadelesine karar verenler işe bir ordu kurarak başlamadılar, işe bir Meclis açarak başladılar. 100 yıl önce bu mücadeleyi yürütenler, özgürlük mücadelesini millî egemenliğe dayandırdılar, hukukun müdafaası çizgisine taşıdılar ve meşruiyeti ve ahlaki üstünlüğü bu mücadelenin ön koşulu olarak kabul ettiler. İmparatorluğumuzun kurmayları olan İstiklal Savaşımızın bu kahramanları ve aynı zamanda cumhuriyetimizin yüksek vizyonu kadroları o şartlar altında bile ilkesel duruşlarını göstermeyi bilmişlerdir.
19`uncu ve 20`nci yüzyıl... Çünkü 19`uncu ve 20`nci yüzyıl millî egemenliğe dayanmayan, hukuku öncelemeyen, onlarca bağımsızlık hareketinden ortaya çıkan insani dramlara şahitlik etmiştir. Millî egemenliğe dayanmayan bağımsız hareketlerinin büyük kısmı ülkeleri savuran diktatöryal rejimlere savrulmuş ve insani dram hikâyeleriyle dolmuştur. Bu vesileyle bu yüksek vizyonlu kadroya ve bu aziz milletimize bir defa daha teşekkür ederiz, saygılar sunarız ve geçmişleri rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Bizim kurucu değerlerimiz böyledir, işgal altındayken dahi millî egemenlikten ve hukuktan, müzakereden ve istişareden vazgeçmemektir, yegâne meşruiyet kaynağı olarak milleti görmek ve yalnızca millete dayanmaktır; Türk devleti böyle kurulmuştur, evveli de budur, ahiri de budur.
"HAKİMİYETİN MİLLETİN MECLİSİNDEN SARAYLARA TAŞINMASI MİLLÎ EGEMENLİĞİN YALNIZCA METİNLERDE KALARAK HAYATIN AKIŞINDA BİR ALAN BULAMAMASIDIR"
Millî egemenlik kitaplara konu olsun diye değil, hayatın akışına yön versin diye önemsenir. Yasama ve yargı organlarının bağımsızlığı devletin bağımsızlığı demektir ve millî egemenliğimizin temelidir. Liyakat, millî egemenliğimizin vazgeçilmez bir unsurudur; Parlamento ve yargı kararlarını millet adına verir. Bütün parlamentolar yalnızca ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir` sözünü yaşatmakla yükümlüdürler fakat bugünlerde olduğu gibi, âdeta bir kuvvetler birliği şartlarının dayatılması; hakimiyetin, milletin meclisinden saraylara taşınması ve atanmış dar bir kadroya sığdırılması; adaletin ve liyakatin ezilmesi millî egemenliğin yalnızca metinlerde kalarak hayatın akışında bir alan bulamamasıdır. Bu da inanç hürriyeti, ifade hürriyeti, teşebbüs hürriyeti kısıtlanmış, kendini ifade edemeyen bir toplum demektir.”