İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, iktidarın İstanbul`un her toprak parçasını bir rant alanı gibi gördüğünü belirterek “Nasıl imarına artış sağlarım ve buradan bir fayda ederim, bakışına karşılık; 4-4,5 yılda, tek bir parseli dahi imar artışı için Meclis gündemine taşımayan, taşındığında da ona dava açan, restini çeken bir yönetimi var İstanbul`da. Bunun adı, İstanbul`un gerçekten korunması. Yani biz, İstanbul`un muhafızlığını yapıyoruz. Yapmak zorundayız. İstanbul`a vurulmak istenen darbeler ya da yaşatılmak istenen sıkıntıların henüz tamamlamadığını düşünen bir akılla, anlayışla karşı karşıya olduğumuzu, bu tehditle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Ama bilsinler ki; bu şehrin gönül birliği yapmış ve yol arkadaşlığı yapmaya kararlı, siyaset üstü, partiler üstü 16 milyon muhafızı var” dedi.
İBB İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı, “İstanbul Doğal ve Kırsal Alanları Strateji Belgesi”ni, kamuoyu ile paylaştı. Dünya Şehircilik Günü kapsamında, “Koru İstanbul” başlığıyla duyurulan strateji belgesi toplantısı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu`nun katılımıyla İstanbul Planlama Ajansı (İPA) Havuz`da gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce`nin yaptığı etkinlikte, İBB İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı Gürkan Akgün detaylı bir sunum yaptı. Merkezi hükümet tarafından mevcut politikaların devam ettirilmesi durumunda, yakın gelecekte İstanbul`un orman kapasitesinin yüzde 15`ler seviyesine ineceği ve su kaynaklarının yok olacağı uyarılarında bulunan Akgün, bugünden alınacak tedbirlerle var olan ekosistemin korunarak, kentin geleceğinin teminat altına alınabileceği tespitlerinde bulundu.
Akgün`ün anlatımlarını somutlayan iki farklı haritanın ekranda kalmasını isteyen İmamoğlu şunları söyledi:
“BELKİ DE ‘16 MİLYON İÇİN ÇALIŞIYORUZ` YERİNE, ‘20 MİLYON İÇİN ÇALIŞIYORUZ` DEMELİYİZ: Yaşanan durum bir şehrin ve insanlarının hayatta kalma mücadelesi. İstanbul`un yaklaşık 20 milyon insanı barınıyor. Belki de `16 milyon için çalışıyoruz` yerine, `20 milyon için çalışıyoruz` deyip insanlarımızın gözünü biraz daha açmamız lazım. Çünkü, bu bir gerçek. Bu şehrin rezerv alanları var. Henüz imarlı olup yapılaşmamış alanları var. Yeni açılacak veya açılması düşünülen ya da ‘Beton Kanal` diye tariflediğimiz kanal projesinin tahribatı, vahşiliği hariç, belki de 2-2,5 milyon civarında daha insanı kapsayacak bir yapılaşma sahasına sahibiz İstanbul`da. İstanbul`un potansiyeli, artık ne yazık ki 22-23 milyonlara doğru tırmanmış durumda.
BULGARİSTAN SINIRINDAKİ IRMAKTAN İSTANBUL`A SU BASMANIN ÇALIŞMASI AŞAMASINDAYIZ: Kentte yaşanan kuraklığa dikkat çekmek istiyorum. Bu sabah itibariyle, karanlık saatte, 06.30`ta yağmuru görünce çok mutlu olan bir Belediye Başkanı durumundayım ki bu yağmur, İstanbul`un suyu için hiçbir şey demek. Ve biz artık, mevsimleri gerektiği gibi yaşamıyoruz. Biz, İstanbul`un suyunu 250 kilometreden İstanbul`a basıyoruz. Yetmedi. Şimdi Bulgaristan sınırındaki ırmaktan İstanbul`a basmanın ve onu harekete geçirmenin çalışmaları aşamasındayız. Hem doğudan hem batıdan, İstanbul`a yaklaşık 200-250 kilometre mesafelerden su basarak, bu şehrin insanının su ihtiyacını garanti altına alma çabası içindeyiz. Gürkan arkadaşımın sunumundan iki harita var. Bir griye dönüşmüş, bir de yeşile dönüşmüş iki alan var. İşte bu tehdidin sonucu, o gri tonlarla suyun nasıl kaybolabileceği kurak bir İstanbul; diğeri ise, halen korunduğu takdirde, bu şekilde bir gelecekteki İstanbul meselesi.
İSTANBUL`UN KIRSAL ALANLARI, ORMANLARI, YEŞİL ALANLARI OLDUĞUNU KEŞFEDİYORUZ: 2019 yılından bu yana, İBB olarak çok önemli işlere imza atık, Tabiri caizse, İstanbul`un kırsal alanları olduğunu, ormanları olduğunu, yeşil alanları olduğunu keşfediyoruz. İnsanlarımızın önüne koyuyoruz ve bunların korunması gerektiğinin farkındalığını yaratıyoruz. ‘Keşif` diyorum; ironik bir tarif belki ama öyle. İstanbul`un kırsalı olduğu unutturuldu bize. Silivri Çatalca, Arnavutköy, Şile… Herkes köyünü bile apartman gibi görür olmaya başladı. ‘Ne zaman burası apartman olacak. Ne zaman burası şehir olacak, site olacak?` Böyle bir şey yok. Değerli arkadaşlar, İstanbul`u yaşamsal anlamda geleceğe taşıma sorumluluğuyla yüklü insanlarız biz. İstanbul`u apartman, bina çöplüğüne dönüştürme işine karşı durma sorumluluğu olan insanlarız biz. Bina, beton çöplüğüne dönüştürmeye karşı olma sorumluluğunu ortaya koyma kararlılığını göstermekle yükümlü insanlarız biz,
ÇÖP HALİNDE DURAN BÜYÜKDERE ATATÜRK FİDANLIĞI`NI İKİ HAFTA İÇİNDE AÇACAĞIZ: Bizden farklı düşünen kesimler İstanbul`un her toprak parçasını bir rant alanı gibi görüyor. Bir parselin bile nasıl imarına artış sağlarım ve buradan bir fayda ederim, bakışına karşılık; 4-4,5 yılda, tek bir parselin dahi imar artışı için Meclis gündemine taşımayan, taşındığında da ona dava açan, restini çeken bir yönetimi var artık İstanbul. Bunun adı İstanbul`un gerçekten korunması. Yani biz, İstanbul`un muhafızlığını yapıyoruz. Yapmak zorundayız. Keşke bu durumda olmasak. Keşke İstanbul`u iyileştirme, yeşillendirme gayretini ve çabasını ortaya koymada yarışan siyasiler olabilsek. Bu şehirde tarım alanları olduğunu, bu şehir doğal kaynakların, biyoçeşitliliğin, muazzam endemik türlerin olduğu bir kentimizin var olduğunu ortaya çıkardık. 250 bin metre, çöp halinde duran Atatürk Fidanlığı`nı Büyükdere`de açacağız iki hafta içinde. Gidip gördüğümde şok oldum. 27 senedir terkedilmiş, bir çöplüğe dönüştürülmüş. Şehrin göbeğinde. Arkadaşlarıma dedim ki, ‘Kaç villa sığar, ne kadar ciro yapılır` burada diye. Hesaplayamadılar. 27 milyar diyen oldu, 37 milyar diyen oldu. Biz orada sadece, Atatürk`ün kurduğu binaların aynılarını, meyve fidanlığı şeklinde kurduğu o fidanlığın içindeki binaların aynılarını yaparak ve bugüne dair yine doğanın korunması, yeşil, çocuğun yetiştirilmesi noktasında fonksiyonlar yükleyerek, kente hediye edeceğiz. Bunun adı; muhafızlık yapacağız, koruyacağız, geliştireceğiz ve insanların yaşama tutkularını, tutunmalarını büyütmek adına büyük bir sorumluluk yerine getireceğiz.
AMACIMIZ ŞEHRE SOLUK ALDIRMAK: Amacımız şehre soluk aldırmak. İstanbul`un tarım alanları üzerinden İstanbul`un doyamayacağını, İstanbul`un gıda ihtiyacının karşılanmayacağını elbette biz biliyoruz. Ama mesele bu değil ki. Mesele; nefes aldırmak, soluk aldırmak şehre. Onun daha büyük önemi var. Biz, oradaki sadece tarım ürünlerini hesaba katmıyoruz. Oraların işlenmesi demek ne demek biliyor musunuz? Bu kentteki 20 milyon insanın nefes alması demek. Ama karşımızdaki akıl ne yapıyor? Tam tersine, sadece bir projeyle, 135 milyon metrekare tarım alanını yok etmeyi proje olarak önümüze koyuyor ya da 13 milyon metrekare mera alanını, orman alanını yok edecek projeyi önümüze koyuyor; Kanal İstanbul. Bir gecede, bir haftada, 10 günde 100.000`lik plan, 5.000`lik plan, 1000`lik plan. Olacak iş değil. İstanbul`un haberi yok. Ve bu plan askılara çıkıyor. Nedir? Orada bir kısım insan para kazanacak diye. Ülkelerin ismini sıralamak istemiyorum. Ülkeler umurumda değil yani. Siz bugün A ülkesine verirsiniz oradan arsayı, yarın B ülkesine. Önemli olan, siz kendi ülkenizi nasıl yönetiyorsunuz? Hangi gözle bakıyorsunuz meselesi.
ŞEHRİN 85 MİLYAR DOLARLIK RANTI NEREYE UÇTU GİTTİ: Askeri alanlar merkezi hükümet tarafından rezerv alan ilan edilerek imara açılıyor. Söz konusu araziler üzerinde ağırlıklı olarak lüks konutlar inşa ediliyor. Bir bölümünü sosyal konuta ayırsa, desek ki ‘Yoksul insanlarımıza, ihtiyacı olan insanlarımıza sosyal konut üretiliyor` hayır. Lüks konut. Bu kadar gözü dönmüşlük olmaz, olmamalı. Bizden önceki yaklaşık 15-16 yıllık dönemde, sadece 130 projeden, 78 donatı alanı ve 7`si orman alanı olmak üzere, bu alanların dönüşümünden, o dönemde üretilen konut ya da ticaret alanları rantıyla elde edilen ilave rant, 85 milyar dolar. O dönemlerdeki satış rakamları ve döviz kurları üzerinden 85 milyar dolar. 130 proje. Yani size ait, milletimize ait. Bizim malımız. Orada yoktan bir inşaat, yoktan bir proje üretilmiş ya da var olanın hakkına iki kat, üç kat rant koyulmuş. Bunun karşılığı, 85 milyar dolar. 85 milyar dolar, bizim 2050 vizyonumuz içinde olan bütün metro projelerinin hepsini bir kalemde çözerdi. İlave birçok sorunu daha çözerdi. 85 milyar dolar demek, neredeyse bu şehrin, iştirakleriyle beraber, 10 yıllık resmi bütçesi. Şimdi bir şehrin rantı nereye uçtu gitti o zaman? Senede 7 kilometre bile metro yapamamış bir belediye döneminde bu para nereye gitti? İşte biz, bu süreci tersine çevirdik. Doğal alanların korunması, rant ve çarpık kentleşme baskısından kurtulmasını sağlayan bir dönemi başlattık.
MERKEZİ HÜKÜMETİN, BİZDEN ÖNCEKİ UYGULAMALARINI DEVAM ETTİRME GAYRETİYLE DE MÜCADELE VERİYORUZ: Merkezi hükümetin, İstanbul`da, bizden önceki uygulamalarını devam ettirme gayretiyle de mücadele veriyoruz. Hukuksal mücadele, siyasi mücadele, toplumsal mücadele… İşte yüz binlerce insan, Kanal İstanbul`a itiraz vermesine rağmen, bilirkişi raporları lehimize çıkmasına rağmen, hukuk işletilmiyor. Hukuk orada tabiri caizse hasır altı yapılıyor. Ama bu taraftan işleme koyma, hızla harekete geçme, hızla orada inşaata başlama çabası için elinden geleni yapan bir hükümet. Halbuki biz 2050 yılındaki İstanbul`u nasıl tarifliyoruz? Hayatın tüm çeşitliliğiyle canlı ve özgür olduğu, herkesin iyi yaşadığı bir dünya şehri olabilmek… Yok edilmiş bir şehir mi, yoksa hepimizin aşık olduğu, hepimizin çok sevdiği İstanbul`umuzun korunduğu, doğasıyla, yaşamıyla, kültürüyle, sanatıyla, medeniyetiyle, tarihi yapılarıyla açığa çıktığı pırlanta gibi, cıvıl cıvıl, tek bir kötü havanın bile insanları rahatsız etmediği, karbon salınımının sıfıra indirildiği bir şehir mi? İşte bu tercihi hep birlikte yapacağımız, çok kritik zaman dilimlerinin daha bir eşiğindeyiz şu anda.
TÜRKİYE`NİN 10`DA 1`İ OLAN MARMARA`DA NÜFUSUN 3`TE 1`İ YAŞIYOR: Türkiye bu süreç içerisinde, `üretici ülke` konumundan, `tüketici ülke` konumuna dönüştürüldü. Tüketen bir topluma dönüştük. Dışa bağımlı bir topluma, bir ülkeye dönüştük. O bakımdan gıda enflasyonumuz, enflasyonun çok çok üzerinde bir orana ulaştı. İstanbul`la birlikte Marmara Bölgesi`nin tümü benzer tehditlerle karşı karşıya. Bugün Türkiye`de, 3 kişiden birisi Marmara`da yaşıyor. Neredeyse 30 milyon nüfus. Peki Türkiye`nin ne kadarı Marmara? 10`da 1`i. 10`da 1`i bir coğrafya, 3 kişiden birini yaşatıyor. Suyuyla, havasıyla, her şeyiyle. O zaman bizim Marmaray`ı da bütün olarak görmemiz lazım. Doğasıyla, yeşiliyle, suyuyla, havasıyla, ulaşımıyla yaşam kalitesiyle, eğitimiyle, yoksulluğuyla, zenginliğiyle, her yönüyle Marmaray`ı ele almalıyız ve Türkiye`ye dönük politikalar oluşmasına öncü zeminler oluşturmalıyız.”
TBMM`de dün kabul edilen Kentsel Dönüşüm Kanunu`na da konuşmasında değinen İmamoğlu, hükümet kanadının kendilerinden gelen öneri ve destek taleplerini karşılıksız bıraktığı eleştirisinde bulundu. Kentsel dönüşüm meselesinin konunun tüm paydaşlarıyla birlikte ele alınmasının önemine dikkat çeken İmamoğlu; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki ile yaptığı görüşmenin ve sonrasında yaşananların detaylarını katılımcılarla paylaştı. Kendilerinin, İstanbul ve diğer şehirleri kapsayan “Deprem Konseyi” benzeri yapılaşmanın yerine, TOKİ benzeri “Kentsel Dönüşüm Başkanlığı”nın kurulduğunu hatırlatan İmamoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“SİZ, KÖTÜ BİR SINAV VERMİŞ HEYETSİNİZ:, Şimdi şunu diyebilirler: ‘Biz iyi niyetliyiz. Aslında sizin dediklerinizi aldık. Onları biz, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı üzerinde yapacağız.` Arkadaş; siz kötü bir sınav vermiş heyetsiniz. Kaldı ki, biz sizin niye iki dudağınızın arasında olalım? Birlikte yönetelim, birlikte karar alalım. Aslında toplumun, milletin iradesini yok sayan, milletin taleplerini, isteklerini yok sayan; başka kurumların taleplerini, isteklerini yerine getiren bir aksı harekete geçirdiler. Bu anlayış, ‘Biz yaptık, oldu` anlayışı. ‘Sen ne kadar konuşursan konuş, bizim dediğimiz olacak. Dediğimiz dedik` anlayışı. ‘Aşkımız` diye diye, ‘İhanet ettik` diye diye, bunu da bize itiraf etmiş bir heyet olarak, İstanbul`u getirdiğiniz durum bu.
BU İŞ, SEFERBERLİK İŞİDİR: Sürecin `ayrıştırıcı` değil, “ortaklaşa” bir şekilde yürütülmesi gerekiyor. Bu iş, seferberlik işidir. Bu, milletçe bir seferberlik işidir. Bu, devleti yaşatma meselesidir. İnsanı yaşatma meselesidir. İnsanı yaşatacaksın ki devlet yaşasın. Bu bağlamda ‘Koru İstanbul` çalışmasını çok kıymetli buluyorum. Bize kılavuz olacağını şimdiden görüyorum. Evet, çok sıkıntılar var. İstanbul`a vurulmak istenen darbeler ya da yaşatılmak istenen sıkıntıların henüz tamamlamadığını düşünen bir akılla, anlayışla karşı karşıya olduğumuzu, bu tehditle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Ama bilsinler ki; bu şehrin 16 milyon muhafızı var, gönül birliği yapmış ve yol arkadaşlığı yapmaya kararlı, siyaset üstü, partiler üstü. 50 tane yukarıdan aşağıya prensip yazalım, o prensiplerin altına kayıtsız şartsız imza atacak bir iş birliğinden bahsediyoruz. Böyle Boğaz`ın kıyısında bir büfeyi korumak için, polisini oraya dizen, yıkımını korumak için oraya bir haftada imar çıkaran anlayış değil ya da bir imar açıp, orayı bir kişinin rantına hizmet eden anlayış değil; ormanını, kırsalını, tarımını, toprağını koruyan bir karış toprağını vatan toprağı olarak kabul eden ve şehrini güzelleştiren, geliştiren, yüzlerce tarihi eserini tekrar yaşamla buluşturan, dünyaya servis eden bir dünya şehri var etme mücadelesi.”