31 Temmuz 1938 / "Sonuç, ciddi ve vahimdir."
Türk ve yabancı hekimler bir arada toplanıp, bir rapor yazmaya koyuldular. Adeta her kafadan bir ses çıkıyordu. Doktorlar o günkü raporda "Atatürk'te bir siroz vardır" ifadesini ilk kez bu netlikte yazdılar. Raporun sonundaki ifade ise aynen şöyleydi: “Sonuç, ciddi ve vahimdir."
Salih BOZOK; Aziz ve Muhterem Büyüğüm İnönü diye başladığı bir mektupla bu sırrı İsmet Paşa’ya duyurdu.
3 Ağustos 1938 / ''Atatürk'ü gördüğün zaman, benim tarafımdan ellerini, yüzünü hasretle öper misin?''
İsmet Paşa; Kardeşim Salih diye başladığı mektubunda ne kadar üzüldüğünü ve Atatürk'ü gördüğün zaman, yormayarak, benim tarafımdan ellerini, yüzünü hasretle öper misin? Mektuplarını daima beklerim. Gözlerim yaşlı olarak, muhabbetle gözlerinden tekrar tekrar öperim sevgili kardeşim." Dedi.
Ağustos ayı boyunca Atatürk'ün hastalığı ilerlemesini sürdürmüş, eylül ayı başında ise karnındaki suyun şırıngayla alınması artık zorunlu hale gelmişti. Biriken suyun miktarı 10-12 litreyi bulmuştu. Bu yüzden Atatürk'ün nefesi daralıyor, sıkıntısı dayanılmaz bir hal alıyordu. Doktorları, Fissenger'in üçüncü kez çağrılmasını ve onun huzurunda şırıngayla karından su alınmasını kararlaştırdılar. Operasyondan sonra Atatürk rahatlamış ve ağrıları azalmıştı.
5 Eylül 1938 / ''Vasiyet''
5 Eylül günü Atatürk vasiyetini yazdırdı. Atatürk parasının büyük bir kısmını ve İş bankasındaki hisselerini CHP üzerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bıraktı. Küçük bir kısmını da ailesine bıraktı. Yakın dostu İsmet İnönü’ye bir şey olursa endişesiyle çocuklarının yükseköğrenimini tamamlayabilmesi için gerekli olan yardımın yapılmasını vasiyet etti.
20 Eylül 1938 / "Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım"
Artık bir tek isteği vardı:
29 Ekim'de Ankara'da olmak...
Geçen yıl nasıl da coşkuyla kutlanmıştı. Gerçi o zaman da hüzünlü yüzü, yorgun bedeni dikkati çekmişti, ama alandaki coşku ona taze kan vermişti.
Simdi, kurduğu Cumhuriyet'in 15. yılı yaklaşıyordu. Bütün arzusu bu törenlerde Ankara'da olmak, Başkentiyle son bir kez kucaklaşmaktı. Ankara’da o günlerde onun için hazırlanıyordu. Stadyum merdivenlerini çıkamayacağı düşünülerek alelacele bir merdiven yaptırılmıştı. Hatta bir de özel kürsü hazırlanmış, bir yere yaslanırken, ayakta gibi görünebileceği şekilde hazırlık yapılmıştı.
Kılıç Ali (silah arkadaşı) :
"Bir sabah erkenden Salih'le beni çağırdı. Yanındaki komodinin üzerine uzun yünlü çorap ve baldır sargısı koydurmuştu. Bunları göstererek: 'Ankara'ya giderken hangisini giyeyim' diye fikrimizi soruyordu. Salih, 'Paşam' dedi, 'bende varis çorapları var. Onları getireyim. Onlar bacaklarınızı daha sıkı tutar.'
Atatürk derhal Salih'in söylediği çorapları getirtip bir kenara koymuştu. O ağır günlerinde her nedense bir an evvel Ankara'ya gitmeyi çok arzu ediyordu.
Salih'le bana:
'Bunları ayağıma çekerim, yakama da bir eşarp sararım...'
O sıralar Romanya kraliçesi trende siroz hastalığından vefat etmişti. Gazetelerde bu havadisin görülmesi doktorları da tesir altında bırakmıştı. Bu sebeple doktorlar, Atatürk'ün Ankara'ya nakline taraftar olmuyorlar ve bu mesuliyeti üzerlerine alamıyorlardı. Atatürk ise isyan edercesine: 'Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım' diyordu.
21 Eylül günü Dr. Mim Öke Atatürk'ün karnından ikinci kez su aldı. Bu kez de 12 litre su çıktı. Doktorlar 4 gün kesin istirahat verdi. Bu süre içinde yanına kimse alınmayacaktı. 24 Eylül günü Salih Bozok Atatürk’ün rahatlamış ve sükunetle uyuduğunu söylüyordu.
27 Eylül 1938 / ''Koma gecesi''
Atatürk'ü yatırdılar. Sayıklamaya başladı. Yaverleri, yakınları başucunda endişeyle beklemeye başladılar. Salih Bozok, bir yandan ağlıyor, bir yandan da "Allah’ım ya Atatürk'ü kurtar ya benim canımı al" diye dua ediyordu.
28 Eylül 1938 / "Gidelim Afet... "
Ertesi gün gözünü açtığında başucunda Afet İnan vardı. Gözü yatağının karşısında asılı olan Moskova büyükelçisi Zekai Apaydın’ın Rusya’ dan gönderdiği Dört Mevsim isimli ve doğduğu büyüdüğü topraklara benzettiği tabloya takıldı.
"Gidelim Afet... Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda... Evet... Evet... Hemen çekip gidelim ormanlara... Hele ben bir iyi olayım da..."
13 Ekim 1938 / "Bu kadar su aşağı yukarı bir gaz tenekesi doldurur. Bu, karnın içinde taşınabilir mi?"
Atatürk lokal anesteziyle bir operasyon geçirdi. Herkese kullanılan kalın iğne yerine daha ince bir iğneyle şırınga yapıldı ve karnından 10,5 litre kadar su alındı.
Nihayet operasyon bitince Atatürk derin bir soluk aldı ve:
"Ohhh.. çok rahat ettim" dedi. "Şimdi bana bir sigarayla bir kahve verin."
Bu operasyondan sonraki bir iki gün Atatürk rahat etti ve geceleri sakin uyudu ama ardından ilk ağır koma geldi.
17 Ekim 1938 / "Ülkenin üstüne adeta bir ölü toprağı serpildi."
Ertesi sabah da Atatürk komadan çıkamayınca hükümet, artık milleti Büyük Şef'in durumundan haberdar etmeyi kararlaştırdı ve ilk olarak 17 Ekim günü Anadolu Ajansı aracılığıyla Atatürk’ün komada olduğu bildirildi.
19 Ekim 1938 / "Ölüm, ondan korktu''
Herkes korkunç finali bekliyordu.
Ama korkulan olmadı. 4. gün Ata'nın durumunda nispi bir iyileşme gözlendi. 19 Ekim Çarşamba günü, yatmakta olduğu büyük karyola, çarşaflarıyla birlikte, küçük bir karyolayla değiştirildi. Aynı gün öğleden sonra kendisinden istenen bazı hareketleri yapabildiği görüldü. Dilini göstermesi istenince dilini gösterdi. Mucizeydi. Bir doktorunun deyişiyle "ölüm, ondan korktu."
22 Ekim 1938 / "Her şeyi, bu küçük gözyaşları anlatmış oldu"
Moralinin yüksek tutulması için koma hali kendisinden saklanıyordu. Etrafındakilere şüpheci sorular soruyordu. Herkes gizledi ama büyük sırrı küçük Ülkü ele verdi Atatürk’ün yanına girince bütün tembihlere rağmen gözyaşlarını koyuverdi. Her şeyi bu küçük gözyaşları anlatmış oldu.
29 Ekim 1938 / "Bayram ve Gözyaşı"
Nihayet 29 Ekim geldi. O gün Cumhuriyetin 15. yaş günüydü. 29 Ekim törenlerinden dönen Kuleli Askerî Lisesi öğrencilerini taşıyan vapur Dolmabahçe önünden geçiyordu. Öğrenciler vapurdan, “Atamızı görmek istiyoruz" diye bağırdılar. Ardından da İstiklal Marşı'nı ve 10. Yıl Marşı'nı söylemeye başladılar. "Çıktık açık alınla/10 yılda her savaştan" dizeleri Dolmabahçe'nin hüzünlü duvarlarında çınladı. Atatürk, gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Yanındakiler, son düşmanı ölümle savaşan bu kudretli adamın ilk kez o gün ağladığını gördüler.''
7 Kasım 1938 / "Son İsteği; Enginar"
İste son 3 güne girilmişti.
Hastalık, artık son aşamasındaydı.
Atatürk 29 Ekim'den 7 Kasım'a kadarki 10 günü yarı uyur, yarı uyanık vaziyette geçirdi. Genellikle kendinde değildi. Uyku arasında bazı kelimeleri belli belirsiz tekrar ediyor, ayıldıkça da süt, pirinç suyu ve meyve sularından oluşan menüsüyle karnını doyurmaya çalışıyordu.
O günlerde canı enginar yemeği istedi. Fakat o zaman İstanbul'da enginar bulunmadığından Hatay'a ısmarlandı. Enginarlar geldiğinde o ölüm döşeğinde, derin bir uykudaydı.
Yemek kısmet olmadı.
8 Kasım 1938 / "Son sözünü söyledi ve ikinci ağır komaya girdi. Bu komadan bir daha çıkamayacaktı"
Mustafa Kemal Atatürk sabah saatlerinde muayene sırasında başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp’e dikkatle baktı ve ‘’Aleykümselam’’ dedi.
Bu Atatürk’ün son sözü oldu.
9 Kasım 1938 / "Son 24 Saat"
Atatürk sık sık öksürüyor ve terliyordu. Öğle vakti 3 dakika oksijen verildi. Bu işlem öğleden sonra da yapıldı. Akşama doğru gözbebekleri ışığa tepki verse de refleks yoktu. Müşahede defterine ‘’AGONİ’’ diye not düştüler.
Agoni can çekişme demekti.
Artık tıbbın yapacağı bir şey kalmamıştı.
Dr. Akil Muhtar Özden Atatürk’ün başucunda onun ölüm döşeğinin karakalem resmini çiziyordu. Hasan Rıza onun vasiyetini yazıyordu. Kılıç Ali annesinin gönderdiği gül sirkesini başına bileklerine sürüyordu. Salih Bozok banyoda Atatürk ölürse kalbine sıkacağı kurşunun yerini işaretliyordu. İsmet İnönü Ankara’da Salih’ten haber almaya çalışıyordu. Latife İsviçre’de gazetelerde onunla ilgili haber arıyordu.
10 Kasım 1938 Perşembe / "Bir Tarih Göçüyor"
Saat 09.00 olduğunda göğsü hızla inip çıkmaya başladı.
Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu.
Dışarıda bütün bir ulus, endişe içinde radyo başında bekliyordu.
Savarona, son bir saygı duruşu için Dolmabahçe önüne demirlemişti.
İçeride saray tam bir sessizliğe gömülmüştü.
Odada başucunda Mehmet Kâmil Berk, bir elini karyolaya yaslamış, diğer elindeki ıslatılmış pamukla Atatürk'ün ağzına su vermeye çalışıyordu. Bu arada akan gözyaşları, ak bıyıklarını ıslatıyordu. Arada bir başını Operatör Mim Kemal Öke'nin omzuna dayayıp, hıçkırıyordu. Ayakucunda üzüntüsünden sapsarı kesilmiş bir çehreyle Prof.Dr. Süreyya Hidayet Serter ile Dr. Abravaya Marmaralı taban reflekslerini kontrol ediyorlardı.
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor, hem de mütemadiyen:
"Aman yarabbi...." diye mırıldanıyordu.
Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe ve Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da yatağın sol tarafında ayakta bekleşiyorlardı Uyuşmuş, donmuş gibiydiler.
Hizmetlilerden Mehmet Mete, Rıdvan Gurari ve Rıza Tığlı ile Binbir Hanım bir kenara büzüşmüşlerdi.
Bir ara Hasan Rıza dayanamadı, büyük bir teessür içinde Kılıç Ali’ye dönerek:
'Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor' dedi.
Saat tam 9'u 5 geçiyordu."
Birden bire gök mavisi gözleri açıldı sert bir hareketle başını sağa çevirdi. Hasan Rıza Soyak hıçkırıklar içinde diz çöktü, sağ elini ellerinin arasına aldı. Öptü ve yüzüne sürdü. Salih Bozok şuursuzca merdivenlerden aşağıya koştu. Alt katta boş bulduğu bir odaya dalıp kapıyı kapattı az sonra içeriden tek el silah sesi duyuldu. Odaya koşanlar onu kanlar içinde buldular tabancasından kalbine sıktığı bir kurşunla devrilmişti…
Salih Bozok en yakın arkadaşını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise babasını kaybetmişti.
Ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ölüm yıl dönümünde onun bu hayatta ki son 100 gününü kaleme aldım yazarken zorlandım o anları yaşadım.
Aramızdan ayrılışının 82. yılında onu özlem ve saygıyla anıyoruz... ∞