CHP İstanbul Milletvekili M. Akif Hamzaçebi, “olağanüstü hal (OHAL) kapsamında yayınlanan 696 sayılı KHK'nın sadece 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde değil, bu tarihlerden sonra da darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden siviller hakkında soruşturma yapılmayacağını düzenlediğini” söyledi.
Hamzaçebi, ucu açık bir düzenleme olarak değerlendiği kararnameyle ilgili, “Bir yerde yapılan ve hak aramak dışında bir amacı olmayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü bazı kişiler tarafından terör eylemi olarak değerlendirilir, toplantı ve yürüyüşe katılanlar katledilirse katliamı gerçekleştirenler hakkında hiçbir işlem yapılmayacaktır” diye konuştu.Kararname de geçen ‘terör eylemi’, ‘terör tehdidi’ ve ‘bastırma eylemi’ tanımlarının hukukta olmadığına dikkat çeken Hamzaçebi, “Hukukumuzda darbeyle ilgili kavramlar ve düzenlemeler vardır, ancak “terör tehdidi” ya da “terör eylemi” şeklinde bir kavram yoktur” dedi.
Düzenlemenin, en başta adil yargılanma hakkının ihlali, Anayasa’nın 36’ncı Maddesi ile güvence altına alınmış olan hak arama özgürlüğünün ihlali, suçu ispat edilinceye, dava sonucunda hüküm verilinceye kadar herkesin masum olduğu ilkesini ihlal ettiğini ifade eden Hamzaçebi, böylesi düzenlemelerin bir hukuk devletin yapılamayacağı gibi olağanüstü hal kararnameleriyle dahi yapılamayacağını söyledi ve “Anayasa’nın OHAL ile ilgili düzenlemeleri de buna izin vermemektedir” açıklaması yaptı.
T24’ün haberne göre CHP İstanbul Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin değerlendirmeleri şöyle:
“Bu, sivil silahlı güçlerin oluşturulmasına kadar gidebilecek olan bir süreci başlatma riski taşıyan, son derece tehlikeli bir düzenlemedir”“Bilindiği gibi 15 Temmuz gecesi başlayan, 16 Temmuz’da da devam eden darbe teşebbüsü sırasında vatandaşlarımız sokağa çıkarak darbe teşebbüsüne karşı büyük bir direnç göstermiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu olan siyasi partiler de gerek o gece Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açık tutmak, bildiri yayınlamak ve gerekse liderler seviyesinde konuşmalar yapmak suretiyle darbe teşebbüsüne karşı ciddi bir duruş sergilemiştir. Vatandaşlarımızın direnci ve TBMM’deki siyasi partilerin kararlı duruşu sayesinde darbe teşebbüsü engellenmiştir. KHK, sadece 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde değil, bu tarihlerden sonra da darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden siviller hakkında soruşturma yapılmayacağını düzenliyor.
”“Hükümet bu düzenlemenin 15 ve 16 Temmuz tarihleriyle sınırlı olduğu açıklamasında samimi ise hemen gerekli düzeltmeyi yapmalıdır”
“Burada birçok şeye dikkat etmek gerekiyor ama en çok dikkat edilmesi gereken husus, “bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması” kavramıdır. Yani önümüzdeki süreçte eğer bir grup ya da bazı kişi veya kişiler vatandaşları, kamu görevlilerini, subayları “bunlar darbe teşebbüsünün devamı niteliğinde yeni bir örgütlenme içerisindeler, yeni bir darbe hazırlıyorlar” gerekçesiyle öldürürse bu kişiler hakkında hiçbir soruşturma yapılmayacaktır. Hükümet kanadından yapılan açıklamalar bunun 15 ve 16 Temmuz tarihleriyle sınırlı olduğu şeklinde ancak kararname metninde yer alan “bunların devamı niteliğindeki eylemler” ifadesi bu düzenlemenin 15 ve16 Temmuz tarihleri ile sınırlı olmadığı yönünde bir anlam içermektedir. Eğer hükümet bu düzenlemenin 15 ve 16 Temmuz tarihleriyle sınırlı olduğu açıklamasında samimi ise hemen bu kararnamede gerekli düzeltmeyi yapmalıdır. Aksi takdirde bu KHK ile sivil silahlı güçlerin, milis güçlerinin oluşturulmasına kadar gidebilecek olan bir süreci başlatma riski taşıyan, son derece tehlikeli bir düzenleme yapılmaktadır.
”“Bunlar, aceleyle yapılan, hukuk süzgecinden geçmeyen düzenlemelerdir”
“Ayrıca, 15 ve 16 Temmuz tarihleriyle sınırlı olarak yapılacak olan düzenlemenin de kendi içinde tartışılması gereken birçok yönü vardır. Örneğin kararname terör eyleminden bahsetmektedir ama hukukumuzda “terör eylemi” diye bir kavram bulunmamakta, Terörle Mücadele Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda “terör eylemi” şeklinde bir kavram kullanılmamaktadır. Hukukumuzda darbeyle ilgili kavramlar ve düzenlemeler vardır, ancak “terör tehdidi” ya da “terör eylemi” şeklinde bir kavram yoktur. Bu, ucu oldukça açık bir düzenlemedir. Bir yerde yapılan ve hak aramak dışında bir amacı olmayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü bazı kişiler tarafından terör eylemi olarak değerlendirilir, toplantı ve yürüyüşe katılanlar katledilirse katliamı gerçekleştirenler hakkında hiçbir işlem yapılmayacaktır. Bu korkunç bir durumdur. Hükümetin yaptığı açıklamalar, “terör eylemi” ifadesiyle darbe eylemlerinin kastedildiği şeklindedir ama yazılı metindeki düzenleme bu anlama gelmiyor. Ayrıca “bastırma eylemi” şeklinde bir kavram da hukukumuzda bulunmamaktadır. Bunlar, aceleyle yapılan, hukuk süzgecinden geçmeyen, TBMM’nin ilgili komisyonlarında ve TBMM Genel Kurulunda görüşülemediği için birçok hatayı, haksızlığı, hukuksuzluğu ve vahim sonuçları barındıran düzenlemelerdir.”
“Böylesi düzenlemeler bir hukuk devletinde yapılamayacağı gibi olağanüstü hal kararnameleriyle dahi asla yapılamaz”
“Şimdiye kadar değindiğimiz konular, kararname metninden ilk planda çıkardığımız değerlendirmelerdir. Düzenlemede esasa ilişkin son derece büyük yanlışlar da vardır. Bu yanlışları ayrıca değerlendirmek gerekir. En başta adil yargılanma hakkının ihlali, Anayasa’nın 36’ncı Maddesi ile güvence altına alınmış olan hak arama özgürlüğünün ihlali, suçu ispat edilinceye, dava sonucunda hüküm verilinceye kadar herkesin masum olduğu ilkesinin, yani masumiyet karinesinin ihlali… Bütün bunlar bu kararnamenin olağanüstü sakıncalı yönleridir. Böylesi düzenlemeler bir hukuk devletinde yapılamayacağı gibi olağanüstü hal kararnameleriyle dahi asla yapılamaz. Anayasa’nın OHAL ile ilgili düzenlemeleri de buna izin vermemektedir. Hükümet açıklamalarıyla düzeltilmeye çalışılan bu yanlışlığın giderilmesinin doğru yöntemi, Hükümet sözcüsü tarafından açıklama yapılması değil, kararname metninde değişiklik yapılması olmalıdır. Ancak hükümetten gelen son açıklamalar bunun düzeltilmesi ihtimalini de ortadan kaldırmıştır.”
“AYM “KHK’ların OHAL’le ilgili olmayan hükümlerini denetleyemem” dememelidir”
“Şimdi yapılması gereken, Anayasa Mahkemesi’nin hukuku yücelten kararlar vermesidir.Anayasa Mahkemesi’nin OHAL kanun hükmünde kararnameleri ile ilgili olarak yapmış olduğu içtihat değişikliğine de kısaca değinmek isterim. Yaşadığımız süreçte bu son derece önemlidir.1991 yılında Anayasa Mahkemesi OHAL KHK’larıyla OHAL’in amacına uygun olmayan düzenlemeler yapılması halinde bunların AYM tarafından denetleneceğini karara bağlamış ve bu denetim sonucunda olağanüstü halin amacıyla ilgili olmayan düzenlemeleri iptal etmiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL sonrasında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerde yer alan bazı hükümlerin OHAL’in amacıyla ilgili olmaması nedeniyle CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne açmış olduğu dava ise Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda kendini yetkili görmemesi nedeniyle reddedilmiştir. Şimdi Hükümet OHAL KHK’ları yoluyla “Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti değil kanun devletidir”, ya da “Türkiye laik değildir” yönünde düzenleme yaparsa AYM, “Anayasa’ya göre ben OHAL KHK’larını denetleyemem” mi diyecek? Üstelik TBMM İçtüzüğünde KHK’ların en geç 30 günlük süre içerisinde TBMM Genel Kurulunca karara bağlanması hükmü olduğu halde şimdi bu hükme uyulmayan bir süreç söz konusudur. Böyle bir süreçte AYM “KHK’ların OHAL’le ilgili olmayan hükümlerini denetleyemem” dememelidir. Şimdi Yüksek Mahkeme’den beklenen, bu kadar vahim düzenlemelere ilişkin olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin açacağı iptal davasında Anayasa Mahkemesi’nin son kararını gözden geçirmesi ve önceden olduğu gibi özgürlüklerin güvencesini oluşturacak şekilde hukuku yücelten kararlar vermesidir.”