Avrupa Konseyi’ne bağlı Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu'nun Türkiye raporunda, "Medyada Aleviler, çeşitli gayrimüslim gruplar ve Kürtler gibi dini ve etnik azınlıklara, mülteci ve göçmenlere, LGBTİ bireylere yönelik nefret söylemi yaygın" saptamasına yer verildi. Raporda ayrıca, "Nefret söyleminin özellikle seçim dönemlerinde yaygınlaştığı belirtilmektedir. Türkiye'de Mayıs 2023'te yapılan son Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, iki ana siyasi parti ülkedeki Suriyelileri sıklıkla hedef alan ayrımcı söylemler kullanmıştır" değerlendirmesi yapıldı.
Avrupa Konseyi’ne bağlı Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun (ECRI) Türkiye raporu, Türk yetkililerin de değerlendirmeleriyle yayınlandı. 21 Kasım 2024 tarihine kadar olan durumu kapsayan raporun özet bölümünde, ECRI’nın Türkiye hakkındaki beşinci raporunun 30 Haziran 2016 tarihinde kabul edilmesinden bu yana, bir dizi alanda ilerleme kaydedildiği belirtildi.
Bu pozitif gelişmelerin memnuniyetle karşılandığı belirtilen raporda, kaydedilen ilerlemeye rağmen bazı hususların endişe yarattığı ifade edildi. Türkiye İnsan hakları ve Eşitlik Kurumu’na (TİHEK) ilişkin, "TİHEK’in yetki alanı, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği temellerini kapsamıyor. TİHEK’in bağımsızlığını potansiyel olarak zedeleyebilecek bazı yasal boşluklar da mevcuttur. 6701 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi, TİHEK’in Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından atanan ilgili Bakanlığa (yani Adalet Bakanlığı'na) bağlı olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın kurumun idaresine ilişkin yetkilerini Bakan aracılığıyla kullanabileceğini belirtmektedir" ifadelerine yer verildi.
Raporun “Bulgular ve Öneriler” bölümünde, eğitim müfredatına ilişkin bilgi verilerek, "Müfredatın etkisi belirsizdir. ECRI heyetinin ziyareti sırasında görüştüğü sivil toplumda pek çok muhatabı bunların etkinliğini sorgulamaktadır. Bu bağlamda ECRI, ülkenin yeni ilk ve orta öğretim müfredatının Eğitim-Sen temsilcileri tarafından düşünce ve inanç özgürlüğünü dikkate almaksızın dini veya milli değerler olarak adlandırılan değerlerden aşırı derecede etkilendiği için eleştirildiğini not etmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın (çoğunluğu Sünni İslam olan) din eğitimi derslerini sürekli olarak artırması ve bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı ile iş birliği yaparak ülke genelindeki okullara imam ve vaiz ataması yapması da eleştirildi" denildi.
“Genel üniversite giriş sınavlarından din eğitimiyle ilgili unsurları çıkarılmalı”
Sünni İslam’ı baz alan din eğitimi derslerinin kapsayıcı eğitimi engelleme konusunda endişelere yol açtığına yer verilen raporda, "ECRI yetkililere, ebeveynlerin dinlerini açıklamak zorunda kalmadan çocuklarının din eğitimi derslerinden muaf tutulabilmelerini sağlamalarını ve genel üniversite giriş sınavlarından din eğitimiyle ilgili unsurları çıkarmalarını tavsiye etmektedir" değerlendirmesi yer aldı.
Komisyon’un bir önceki raporunda, Ermeniler ve diğer gruplara karşı nefret ve düşmanlık ifade eden materyaller içeren okul ders kitaplarıyla ilgili duyumlar üzerine, ders kitaplarından ırkçı, hoşgörüsüzlüğü veya ön yargıyı teşvik eden materyallerin çıkarılmasının tavsiye edildiği anımsatılarak, “ECRI heyeti ziyareti sırasında pek çok sivil toplum kuruluşu temsilcisinden Türk kimliğinin dar ve dışlayıcı bir şekilde tanımlanmasına ilişkin genel sorunun devam ettiğini öğrenmiştir” denildi. Raporda ayrıca, eşitliğin teşviki ve LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılıkla mücadeleye ilişkin müfredatta bir bilgiye rastlanmadığı belirterek, "Aksine, Eylül 2023'te eşcinsellik ve ‘LGBT değerleri’ ile mücadele etmek için ‘Türk Sosyal Hayatında Aile’ adlı seçmeli bir ders başlatılmıştır” ifadeleri kullanıldı.
“LGBTİ bireylerinin durumu pek çok alanda daha da kötüleşti”
ECRI’nın beşinci Türkiye raporunun 2016 yılında kabul edilmesinden bu yana, Türkiye'de LGBTİ bireylerin insan hakları konusunda çok az somut ilerleme kaydedildiği aktarılan raporda, "Hatta pek çok alanda durum daha da kötüleşmiştir" denildi. LGBTİ bireylere karşı ön yargının oldukça yaygın olduğuna değinilen raporda, “Mevzuat, LGBTİ bireyleri cinsel yönelim, cinsiyet kimliği veya cinsiyet özelliklerine dayalı ayrımcılığa karşı açıkça korumamaktadır” tespiti yapıldı. Raporda, Avrupa Konseyi ve diğer uluslararası standartları dikkate alarak LGBTİ bireylere yönelik bir eylem planı geliştirmek ve uygulamak üzere, ilgili devlet kurumlarının ve LGBTİ örgütlerinin temsilcilerinden oluşan LGBTİ bireylere karşı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın önlenmesi ve bunlarla mücadele konulu bir çalışma grubu kurulması önerisi yer aldı.
“Nefret söyleminin özellikle seçim dönemlerinde yaygın”
Raporda, “Medyada Aleviler, çeşitli gayrimüslim gruplar ve Kürtler gibi dini ve etnik azınlıklara, mülteci ve göçmenlere, LGBTİ bireylere yönelik nefret söylemi yaygın” saptamasına yer verildi.
Hrant Dink Vakfı’nın verilerine göre, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimin arttığı dönemde Rumların, Azerbaycan ve Ermenistan arasında Karabağ ile ilgili anlaşmazlıklarla ilgili haberlerde Ermenilerin hedef alındığı belirtildi. Yahudilerin İsrail hükümetinin eylemlerine yönelik kızgınlıklarının kimliklerine bağlanmasıyla sıklıkla “saldırgan” olarak nitelendirildikleri ve Protestan Hristiyanların da sürekli olarak nefret söylemine maruz kaldıkları aktarıldı. Raporda ayrıca, “Nefret söyleminin özellikle seçim dönemlerinde yaygınlaştığı belirtilmektedir. Türkiye'de Mayıs 2023'te yapılan son Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, iki ana siyasi parti ülkedeki Suriyelileri sıklıkla hedef alan ayrımcı söylemler kullanmıştır. Mülteci karşıtı dil, Cumhurbaşkanlığı kampanyası sırasında siyasi söyleme hakim olmuş ve sokaklar ‘Suriyeliler dışarı’ gibi afişlerle dolmuştur” değerlendirmesine yer verildi.
“Roman toplumu sosyal ve ekonomik açıdan dışlanmakta”
Etnik kökene dayalı nüfus istatistiği toplanmadığı için Türkiye’deki Romanların kesin sayısının bilinmediği belirtilen raporda, “Roman toplumu, şiddetli yoksulluk ve yetersiz beslenme de dahil olmak üzere sosyal ve ekonomik açıdan dışlanmakta ve bu durum onları en dezavantajlı gruplardan biri haline getirmektedir” ifadeleri kullanıldı. Devamında, “ECRI, yetkililere, özellikle eğitim, istihdam, konut ve sağlık alanlarında Romanlara ilişkin kapsamlı ve cinsiyete göre ayrıştırılmış eşitlik verilerinin toplanması için bir sistem kurulmasını önermektedir” denildi.
“Cemevleri için elektrik faturalarından muafiyet tanınmaması ayrımcı muamele anlamına geliyor”
“Dini Ayrımcılık ve Hoşgörüsüzlük” başlıklı bölümde, Komisyon’un dördüncü ve beşinci dönem raporlarında yetkililerin bazı dini azınlık gruplarına yönelik ayrımcı muamelesinin eleştirildiği anımsatıldı. Raporda, şunlar kaydedildi:
“ECRI’nın son raporunda da değinilen bir sorun Alevi azınlığa karşı ayrımcı muameledir. ECRI, örneğin 2 Aralık 2014 tarihli bir kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı v. Türkiye davasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiğine hükmettiğini hatırlatır: Alevi toplumuna cemevleri için elektrik faturalarından muafiyet tanınmaması ayrımcı muamele anlamına gelmektedir. Bu ayrımcılığın altında yatan sebep başlı başına sorunludur, yani yetkililerin Alevi inancının farklı dini doğasını tanımayı reddetmesi. Bu bağlamda, Ekim 2022'de yetkililer, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi toplumu ile ilişkilerden sorumlu bir müdürlük kurmuştur. Alevi işlerinden sorumlu yeni müdürlüğün, sekiz üyesinin tamamı Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olan bir danışma kurulu da bulunmaktadır. Bu müdürlüğün ya da danışma kurulunun oluşturulmasında Alevi toplumunun kendisine danışılmamış ya da yetkililer tarafından sürece dahil edilmemiştir ve Alevilerin dini bir topluluk olarak kabul edilmemesini sürdürdüğü gerekçesiyle bu müdürlüğü kabul etmekte isteksiz görünmektedir.”
Yetkililerin dini çeşitliliği ve hoşgörüyü Türk toplumu için kültürel bir değer olarak gören ve teşvik eden bir politika yaklaşımı benimsemeleri tavsiye edilen raporda, “Bu amaçla, yetkililer, tüm dini toplulukları kapsayan ve düzenli olarak toplanan bir çalışma grubu oluşturmalı, böylece dini azınlıkların temsilcileri, yetkililerle birlikte uygulanabilir çözümler bulmak amacıyla karşılaştıkları çeşitli sorunları sunabilmeli ve tartışabilmelidir” denildi.
Türk yetkililerin değerlendirmeleri: “Münferit olayları abartılı suçlamalarla ayrımcılık yasağının ihlali gibi gösteren yorumlar var”
Raporda Türk yetkililerin değerlendirmelerine de yer verildi. Türk yetkililer, "raporun nesnel ve somut olgularla yeterince desteklenmeyen iddiaların yanı sıra, münferit olayları abartılı suçlamalarla ayrımcılık yasağının ihlali gibi gösteren yorumlar” içerdiği, “Türkiye'nin anayasal sistemi, ‘dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin’ tüm bireylerin kanun önünde eşitliğine dayandığı" değerlendirmesini yaptı.
Din eğitimi ile ilgili Türk yetkililer, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretim programında, sadece çağdaş dünya dinlerine değil, aynı zamanda İslam kültürü içinde zaman içinde ortaya çıkan farklı yorumlara, fikirlere ve geleneklere de dikkat edilmektedir. Bu yaklaşım, öğrencileri Türkiye'de mevcut olan farklı dini anlayışlarla tanıştırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, bu dini perspektiflerin her biri İslam'ın değerli bir bileşeni olarak kabul edilmektedir. Müfredat, öğrencileri farklı dini anlayışları zenginleştirici, empatiyi geliştirici ve kimseyi dışlamadan temel hak ve özgürlükler çerçevesinde barış ve uyum içinde yaşamalarını sağlayıcı olarak kabul etmeye teşvik eder” ifadelerini kullandı. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin kültürel bir ders olarak yapılandırıldığına değinilerek, “Dersin müfredatı belirli bir dini veya yorumu öğretmez; bunun yerine, Türkiye nüfusunun çoğunluğu tarafından benimsenen İslam'a ve diğer dinlere odaklanır” denildi.
“ÇEDES Projesi bir din eğitimi programı değil”
Yetkililer, "Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) Projesi" ile ilgili, “Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ortaklaşa yürütülen kurumsal, şeffaf ve denetlenebilir bir girişimdir. Tamamen gönüllülük esasına dayanmakta ve veli izin formu ile ‘değerler kulübüne’ katılan öğrencileri kapsamaktadır. Proje bir din eğitimi programı değil, sınıf dışında deneyimsel öğrenmeye odaklanan bir değerler eğitimi girişimidir” ifadelerini kullandı.
“Cinsiyetin biyolojik doğasının inkarı, iki cinsiyete özgü biyolojik nitelikleri zayıflatmak için kullanılabilir”
Türk yetkililerin, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığa ilişkin ise “LGBTİ bireylere yönelik nefret suçları da dahil olmak üzere ayrımcılığa dayalı insan hakları ihlallerine ilişkin tüm iddialar ve raporlar derhal soruşturulur ve bu tür eylemlerin failleri adalet önüne çıkarılır” ifadeleri kullanıldı. Türk yetkililer; devletlerin, toplumun doğal ve temel birimi olan aileyi korumakla yasal olarak yükümlü olmalarına rağmen, eşcinsel ilişkilerin 'aile hayatı' olarak tanınması veya eşcinsel birlikteliklerin LGBTİ bireylerin 'kolektif haklarının' tanınması konusunda devletler üzerinde yasal bir yükümlülük veya Avrupa Konseyi Üyeleri de dahil olmak üzere devletler arasında devam eden bir fikir birliği bulunmadığını belirtti. Devamında, “Cinsiyetin ikili ve biyolojik doğasının inkarı, bireyin kendi beyanı temelinde cinsiyetin tanınmasını veya iki cinsiyetin ötesinde çeşitli kimliklerin varlığını savunurken, iki cinsiyete özgü biyolojik nitelikleri ve ihtiyaçları zayıflatmak veya göz ardı etmek için kullanılabilir” değerlendirmesine yer verildi.
"Nefret suçlarıyla mücadeleye ilişkin mevzuat uluslararası normlarla uyumlu"
Türk yetkililer, nefret söylemi ve nefret motivasyonlu şiddet ile ilgili bölümde yer verilen açıklamalara dair de "açıklamaların bağlamından kopartıldığını" belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:
“‘Polise güven eksikliği’ iddiası, nefret suçu mağdurlarını vakalarını bildirmemeleri konusunda yanlış yönlendirme riski taşımaktadır ve bu nedenle kabul edilemez. Ayrımcılık ve nefret suçlarıyla mücadeleye ilişkin Türk mevzuatı uluslararası normlarla uyumludur. Kolluk birimlerine intikal eden ayrımcılık ve nefret suçu iddialarına ilişkin tüm ihbar ve şikayetlerle ilgili inceleme ve soruşturmalar, yetkili Cumhuriyet savcılıklarının emir ve talimatları doğrultusunda adli kolluk birimlerince eksiksiz olarak yerine getirilmektedir. Kolluk görevlilerinin bu ihbar ve şikayetler üzerinde keyfi davranma ya da ihbar ve şikayetleri almayı reddetme yetkisi bulunmamaktadır.”